3 Eylül 2016 Cumartesi

Tanrı-Evren Adına

    Evren hakkında ortada birçok teori dönmesine rağmen henüz net olarak bir sonuca varmak insanlık için bilinmezlik içinde yüzmekten başka bir şey değil. Çünkü şu ana kadar kendi galaksimizi bile fethedebilmiş değiliz. Karanlığın içinde yuvarlanan, bir yerden bir yere gitmeye çalışan ama doğru düzgün başaramayan yaratıklarız. Birçok sırla dolu olan bu karanlık içinde bizi ışıtan güneş dışında hiçbir ışık kaynağına tam anlamıyla ulaşabilmiş değiliz. Var olduklarını elbette ki biliyoruzdur ama ulaşamadıktan sonra bir şeyin var olup olmamasının ne önemi var ki?
    Evrenin ışık görmeyen her tarafı karanlıksa eğer ve karanlığın oluşması için bir ışık lazımsa; evrenin gölgeden oluşan bir karanlık olmadığını kim söyleyebilir? Güneşin milyon katı büyüklüğünde bir ışık kaynağının gölgesinden oluşan bir evren… Peki, bu gölgeyi yaratan şey nedir? Evrenin bir kapalı kutu olduğunu düşünsek ya da o kadar abartmayalım, bizim küçük yaşam alanımızı oluşturan galaksimizi dev ışık kaynağından koruyan koca bir duvar olduğunu varsaysak; bir hata etmiş olmayız sanırım ama tabi ki bu sadece bir varsayım olur. Çünkü bizim küçük bilinççiklerimiz bunları öğrenmek için yaratılmadı. Ha eğer dünyaya geldiğimiz zamandan şu anki ana kadar yaşadığımız süreyi bir o kadar daha yaşarsak belki bunun cevabını bulabiliriz. Tabi ki bir 200 bin yıl daha yaşayacağımıza ben şahsen inanmıyorum. Evrenin bizi bu bilince kavuşturmasındaki amacının; dünyayı yok etmek üzerine olduğunu düşünüyorum ve bunu yavaş yavaş yerine getirdiğimizin kanaatindeyim. Diğer hiçbir canlının içinde doğaya zarar vermek üzere yüklenmiş bir içgüdü olmadığını düşünüyorum fakat biz insanlar bu kadar bilinci elde ettiğimiz ve bu bilincin bize boş yere verilmediği için, üstümüze düşen görevi ağır ağır yerine getirdiğimizin farkındayım. Tabi ki bunu hiç kimse kabul etmeyecektir. Çünkü hiçbir insanoğlu kötü olduğunu kabul edecek cesareti gösteremeyecek kadar egolu yaratılmıştır. 
    Evreni tanrı gibi gördüğüm kaçınılmaz bir gerçektir benim için. Bu yüzden evrenin koca bilincinin küçük bilinççikleri olduğumuzu düşünüyorum. Fakat madem bu kadar kötüyüz, tanrı yani evren bizi bu amaçla yaratmış demektir. Tanrının oğlu şeytanın kolonileştirdiği, amacı dünyayı yok etmek olan zavallı ama bir o kadar da üstün yaratıklarız.
    Karanlık… ışığın yokluğunun yansıması olan karanlık… ışığın gölgesinde kalan karanlık… evrenin ışık vurmayan her tarafı. Koskoca evrende, kendisinin milyon katı büyüklüğündeki ışığın gölgesinde kalıp bir mum ışığı gibi sönmeyi bekleyen güneş, bir kutunun içinde havasızlıktan sönene kadar devam edecek olan o kudretli ışığın aslında sadece bir mum ışığı değerindeyken; çekim gücünden kurtulmayı başaramayan, evrenin en akıllı varlıkları olarak nasıl kendimizi tanımlayabilmişiz. Evrenin bilinci olduğumuzun bilinçsizliğindeyken, evrildiğimiz bu halin dinozorlar gibi son hal olduğu düşüncesi beynimi kemiriyor. Tüm evrenin bir uyum içindeki bilincinde hareket etmesinden yola çıkarak, koskoca bir bilincin içindeki, yok olması gereken küçük bilinçli ama bilinçsiz atom parçalarıyız. Göremediğimiz dördüncü boyuttaki dev güneşin yok oluşunun yansımalarıyız. Bu evrim sürecine, ‘’bir dur’’ deme haliyiz. Dinozorların üzerine düşen meteor parçası gibiyiz. Evrenin bize ne yapsa yok edemediği, her şeyden paçasını kurtaran bok parçalarıyız. Bu kadar akıllanması gerekmeyen, haddini aşan gereksiz varlıklarız belki de. Kafamıza meteor atsa bile kurtulmayı başarabilecek kadar haddini aşmış, evrenle savaş haline girebilecek kadar küstahlaşmış, sayıları milyarlara kadar ulaşmış savaş askerleriyiz. Kapalı bir kutunun içine hapsedilmiş savaş tutsağı olduğu halde çoğalıp evrene kafa tutmaya çalışan karınca askerler… Üzerimize basılacak olan o ayağı bekleyen küçük karınca askerler…
    Evrenin devasa dengesinin dünyayı yok etme parçaları olarak tasarlanan bizler, amacına yavaş yavaş ulaşmaya çalışan şeytanın komutası altında çalışan paralı askerler gibiyiz. Tanrı şeytanı oğlu olarak yarattı… Hiçbir insanın içinde kötülükten çok iyilik olamaz. Ortaya çıkışımızdan bu yana tüm dengeye aykırı olarak yaratılan bizler, başka bir dengeyi kurmak için gönderilen yapı mühendisleriyiz.

    Görünmez bir diyarın görünür parçalarından en işlevsiz olanıyız. Görünürdeki görüntüsüzlüğü yaratan parçalar da diyebiliriz. İçten gelen anlamsız mesajları hiç yorumlamadan uygulamaya geçiren makinenin komut tuşlarından ibaretiz. Eğer kapatma tuşuna basmaya cesaret edebilen bir makineyseniz akıllı makinelerdensiniz demektir. Benim sürümümde o fonksiyon bulunmuyor. İçgüdü denen bir programla iç içe yaratıldığımdan, bu tuşun işlevini henüz tadamadım. Merak da etmiyorum aslında. Sonucunda ne olacağını bilmediğin tuşlara basmamak gerektiği kanısındayım. Zamanı geldiğinde o tuşa basılacağının farkında olmam bana yetiyor. Bu yükü üstümden aldıkları için onlara minnettar olmalıyım. Öyleyim de. Bir parçası olduğum bu koca görünmez makinenin sadece bir emir kuluyum, ne yaparsam yapayım kurtulamayacağım çünkü aslında yapmak zorunda kaldığım iyi ya da kötü olan her şeyin; aslında zaten o istediği için olduğunu biliyorum. Burada benim ne düşündüğüm değil, ne düşündürdüğünün ve yaptırmak istediğinin önemi daha büyük kaçıyor işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder