Evren hakkında
ortada birçok teori dönmesine rağmen henüz net olarak bir sonuca varmak
insanlık için bilinmezlik içinde yüzmekten başka bir şey değil. Çünkü şu ana
kadar kendi galaksimizi bile fethedebilmiş değiliz. Karanlığın içinde
yuvarlanan, bir yerden bir yere gitmeye çalışan ama doğru düzgün başaramayan
yaratıklarız. Birçok sırla dolu olan bu karanlık içinde bizi ışıtan güneş
dışında hiçbir ışık kaynağına tam anlamıyla ulaşabilmiş değiliz. Var
olduklarını elbette ki biliyoruzdur ama ulaşamadıktan sonra bir şeyin var olup
olmamasının ne önemi var ki?
Evrenin ışık
görmeyen her tarafı karanlıksa eğer ve karanlığın oluşması için bir ışık
lazımsa; evrenin gölgeden oluşan bir karanlık olmadığını kim söyleyebilir? Güneşin
milyon katı büyüklüğünde bir ışık kaynağının gölgesinden oluşan bir evren…
Peki, bu gölgeyi yaratan şey nedir? Evrenin bir kapalı kutu olduğunu düşünsek
ya da o kadar abartmayalım, bizim küçük yaşam alanımızı oluşturan galaksimizi
dev ışık kaynağından koruyan koca bir duvar olduğunu varsaysak; bir hata etmiş
olmayız sanırım ama tabi ki bu sadece bir varsayım olur. Çünkü bizim küçük
bilinççiklerimiz bunları öğrenmek için yaratılmadı. Ha eğer dünyaya geldiğimiz
zamandan şu anki ana kadar yaşadığımız süreyi bir o kadar daha yaşarsak belki
bunun cevabını bulabiliriz. Tabi ki bir 200 bin yıl daha yaşayacağımıza ben
şahsen inanmıyorum. Evrenin bizi bu bilince kavuşturmasındaki amacının; dünyayı
yok etmek üzerine olduğunu düşünüyorum ve bunu yavaş yavaş yerine
getirdiğimizin kanaatindeyim. Diğer hiçbir canlının içinde doğaya zarar vermek
üzere yüklenmiş bir içgüdü olmadığını düşünüyorum fakat biz insanlar bu kadar
bilinci elde ettiğimiz ve bu bilincin bize boş yere verilmediği için, üstümüze
düşen görevi ağır ağır yerine getirdiğimizin farkındayım. Tabi ki bunu hiç
kimse kabul etmeyecektir. Çünkü hiçbir insanoğlu kötü olduğunu kabul edecek
cesareti gösteremeyecek kadar egolu yaratılmıştır.
Evreni tanrı gibi
gördüğüm kaçınılmaz bir gerçektir benim için. Bu yüzden evrenin koca bilincinin
küçük bilinççikleri olduğumuzu düşünüyorum. Fakat madem bu kadar kötüyüz, tanrı
yani evren bizi bu amaçla yaratmış demektir. Tanrının oğlu şeytanın
kolonileştirdiği, amacı dünyayı yok etmek olan zavallı ama bir o kadar da üstün
yaratıklarız.
Karanlık… ışığın
yokluğunun yansıması olan karanlık… ışığın gölgesinde kalan karanlık… evrenin
ışık vurmayan her tarafı. Koskoca evrende, kendisinin milyon katı
büyüklüğündeki ışığın gölgesinde kalıp bir mum ışığı gibi sönmeyi bekleyen
güneş, bir kutunun içinde havasızlıktan sönene kadar devam edecek olan o
kudretli ışığın aslında sadece bir mum ışığı değerindeyken; çekim gücünden
kurtulmayı başaramayan, evrenin en akıllı varlıkları olarak nasıl kendimizi
tanımlayabilmişiz. Evrenin bilinci olduğumuzun bilinçsizliğindeyken, evrildiğimiz
bu halin dinozorlar gibi son hal olduğu düşüncesi beynimi kemiriyor. Tüm
evrenin bir uyum içindeki bilincinde hareket etmesinden yola çıkarak, koskoca
bir bilincin içindeki, yok olması gereken küçük bilinçli ama bilinçsiz atom
parçalarıyız. Göremediğimiz dördüncü boyuttaki dev güneşin yok oluşunun
yansımalarıyız. Bu evrim sürecine, ‘’bir dur’’ deme haliyiz. Dinozorların
üzerine düşen meteor parçası gibiyiz. Evrenin bize ne yapsa yok edemediği, her
şeyden paçasını kurtaran bok parçalarıyız. Bu kadar akıllanması gerekmeyen,
haddini aşan gereksiz varlıklarız belki de. Kafamıza meteor atsa bile
kurtulmayı başarabilecek kadar haddini aşmış, evrenle savaş haline girebilecek
kadar küstahlaşmış, sayıları milyarlara kadar ulaşmış savaş askerleriyiz.
Kapalı bir kutunun içine hapsedilmiş savaş tutsağı olduğu halde çoğalıp evrene
kafa tutmaya çalışan karınca askerler… Üzerimize basılacak olan o ayağı
bekleyen küçük karınca askerler…
Evrenin devasa
dengesinin dünyayı yok etme parçaları olarak tasarlanan bizler, amacına yavaş
yavaş ulaşmaya çalışan şeytanın komutası altında çalışan paralı askerler
gibiyiz. Tanrı şeytanı oğlu olarak yarattı… Hiçbir insanın içinde kötülükten
çok iyilik olamaz. Ortaya çıkışımızdan bu yana tüm dengeye aykırı olarak
yaratılan bizler, başka bir dengeyi kurmak için gönderilen yapı
mühendisleriyiz.
Görünmez bir
diyarın görünür parçalarından en işlevsiz olanıyız. Görünürdeki görüntüsüzlüğü
yaratan parçalar da diyebiliriz. İçten gelen anlamsız mesajları hiç
yorumlamadan uygulamaya geçiren makinenin komut tuşlarından ibaretiz. Eğer
kapatma tuşuna basmaya cesaret edebilen bir makineyseniz akıllı
makinelerdensiniz demektir. Benim sürümümde o fonksiyon bulunmuyor. İçgüdü
denen bir programla iç içe yaratıldığımdan, bu tuşun işlevini henüz tadamadım.
Merak da etmiyorum aslında. Sonucunda ne olacağını bilmediğin tuşlara basmamak
gerektiği kanısındayım. Zamanı geldiğinde o tuşa basılacağının farkında olmam
bana yetiyor. Bu yükü üstümden aldıkları için onlara minnettar olmalıyım.
Öyleyim de. Bir parçası olduğum bu koca görünmez makinenin sadece bir emir
kuluyum, ne yaparsam yapayım kurtulamayacağım çünkü aslında yapmak zorunda
kaldığım iyi ya da kötü olan her şeyin; aslında zaten o istediği için olduğunu
biliyorum. Burada benim ne düşündüğüm değil, ne düşündürdüğünün ve yaptırmak
istediğinin önemi daha büyük kaçıyor işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder