Gün aşırı derece boş geçmişti. O kadar boştu ki günün
neredeyse 9 saatini bilgisayar ekranına bakıp dizi izleyerek geçirmiştim.
Dizinin final bölümünün son 5 dakikası kalmıştı ki kapı çaldı. Saat gece 2
civarıydı, gelen Osman’dı. Kapıyı açtığımda benden yaklaşık üç kat daha büyük
vücuduyla içeri daldı. Tam o anda elinde anahtar olduğunu gördüm. Anahtarı ev
arkadaşım paspasın altına koymuş ki Osman zili çalmadan içeri girebilsin.
‘’Hey,’’ dedim, ‘’madem anahtarın var neden zili
çalıyorsun?’’
‘’Anahtarın paspasın altında olduğunu zili çaldıktan sonra
öğrendim.’’ diyerek savunmaya geçti.
Bir şey diyemedim tabi. Naim, ev
arkadaşım, ona mesaj atmış anahtarın paspasın altında olduğunu ama o mesajı
zili çaldıktan sonra okumuş. Her neyse, elinde bira bana bakarken, onunla
dışarı çıkmamı önerdi. Zaten evde kafayı yemek üzereydim. Dışarıda birkaç bira
içip kafa dağıtmak iyi gelir diye düşündüm. Sırayla tuvalete geçip işedikten
sonra dışarı çıktık. Birilerini aradı telefondan, büyük parka çağırdı. Biz de
oraya gidecektik sanırım. Zaten evden iki sokak ötedeydi. Gitmeden önce
cebimdeki son kuruşlarla bira ve sigara almaya giderken iki arkadaşını daha
gördük. ‘’Ne çok arkadaşı var!’’ diye geçirdim kafamdan. Selam bile vermeden markete
geçtim. Çıktıktan sonrasında birlikte yürümeye başlamıştık bile, onlar da büyük
parka gidiyormuş. Aman ne büyük tesadüf dedim kendime. Yürümeye başladıktan beş
dakika sonra tanıştırmak için seslendi Osman,
‘’Bu arada bu arkadaşım Sercan.’’
‘’Oh selam,’’ dedim sanki daha 3 saniye önce görmüşüm gibi
davranarak, ‘’memnun oldum.’’
İsimlerini hala hatırlamıyorum. Büyük parka geçtiğimizde
çimlerin üstünde oturan kalabalık bir grubun yanına oturduk. Keşke evde
kalsaydım diye düşündüm. Tek birini bile tanımıyordum. Ortada saçma sapan
muhabbet döndürmeye çalışıp döndüremeyen bir grup sarhoş gençti bunlar. İçmeye
bayılırım ama henüz o günkü ilk biramı içmeye başlarken böyle bir ortama
katılmak çekilmez olurdu benim için. Neyse ki can dostum sokak köpeklerinden
biri ordaydı, onu görünce direk yanına gittim. Çenesinin altındaki tüyleri
okşamaya başladım. İlk başta benden korkmasına rağmen ona yumuşak davrandığımı
görünce sevmişti beni. Siyahlı beyazlı yaklaşık bir yaşındaydı. Onu
okşayışımdan o kadar hoşlanmıştı ki, elimi çektiğimde resmen beni sev diye yalvarıyordu
bana. Biraz daha sevdikten sonra Osmanların yanına geçmek için kalktım yanından
köpeğin. Gruptaki sarışın kendini beğenmiş kız herkesle konuşmaya çalışıyordu.
Kafasının güzelliği davranışlarından o kadar net anlaşılırken, normalmiş gibi
rol yapmayı iyi becerdiğini sanıyordu kendince. Herkese tek tek okuduğu bölümü
sormaya başladı. Sıra bana gelmişti.
‘’Ya sen ne okuyorsun?’’ dedi.
‘’Okumuyorum.’’ dedim alaycı bir ses tonuyla.
‘’Güzel, bir meslek sahibi olacaksın en azından.’’ dedi.
Okuyordum aslında ama sadece o an tanımadığım bir insanla
muhabbete girmek istemiyordum. Dışarı çıkmamım nedeni tanıdığım bir insanla
konuşmak ve bir iki bira içmekti. Her neyse sarışını bu sorular kesmemişti
anlaşılan. Nereli olduğumuzu sormaya başladı teker teker. Herkes cevapladı.
Bana sordu, Antakyalı olduğumu söyledim. Sonrasında Osman ona nereli olduğunu
sorunca, ‘’Sence nereliyim?’’ diye sormaya başladı bu kez herkese. Sarhoştu ve
egosu normalinden on kat daha fazla işliyordu kafasında. Herkes bir tahminde
bulundu. Soruları dönüp dolaşıp bana geliyordu. Bana sorduğunda, ‘’Bana ne
senin nereli olduğundan.’’ dedim. Kabul ediyorum biraz kaba bir davranıştı ama
tanımadığım biriyle konuşmak istemiyordu canım o gün. Bu muhabbetten beş dakika
sonra topluca kalktılar zaten.
‘’Sadece eğleniyordum, niyetim sizi kızdırmak değildi,’’
dedi kalkarken suçlu bir duyguyla ama hala bir o kadar egoluydu, ‘’Karadenizli
olduğumdan söylüyorum bunu, oralı insanları yanlış tanıyın istemem.’’ diye
devam edince anlamıştım bunu.
Onlar gidince üç kişi kalmıştık, Osman ben ve Yankı.
Yankı’yı tanıyordum, Osman’ın bölümünden bir üst sınıf öğrencisiydi. Elektronik
mühendisliği okuyorlardı. Osman kadar iri olmasa da benim iki katım vardı yine
de ya da ben aşırı derece ufaktım sanırım. Birer sigara yaktık, benim siyahlı
köpek yine gelmişti yanıma. Biraz daha sevdikten sonra Yankı’ya yolladım biraz
da o sevsin diye. O köpeği severken yolda Osman’ın tanıştırdığı iki kişi
yanımıza gelip oturdular, onların ardından iki kişi daha geldi. Yabancılardan kurtulamayacağım
sanırım bu gece diye düşündüm. Oturanlardan biri kızdı, sigarası olan var mı
diye sorunca ona da bir sigara uzattım. Tütün harici normal sigara bulununca
ortamda, sevindi biraz. Son paramla aldığımı söyleseydim geri çevirir miydi
asla bilemeyecektim tabi ki.
Sigaramı söndürüp ikincisini yaktığımda, Yankı bir şeyler
anlatıyordu. Onda da vardı biraz kendini övme çabası. Hiç sevmezdim bu
durumdaki insanları. Neyse, madem buradayım, ortama katılayım bari diye
düşünerek dinledim muhabbeti.
‘’Geçen bir kız en son ne zaman seviştin diye sordu bana,’’
dedi Yankı, ‘’hatırlamıyorum dedim.’’
‘’İlerleyen yarım saat içinde deseydin turnayı gözünden
vurmuştun.’’ dedim.
‘’Hahaha,’’ dedi Yankı, ‘’sonra ben de ona sordum o da
hatırlamıyormuş.’’
‘’Seviştiniz mi sadede gel bence.’’ dedim.
‘’Hayır,’’ dedi, ‘’başka bir yere bakıyordum ki kız
kaybolmuş.’’
Çantada kekliği kaçırmıştı resmen. Üzüldüm adına. Kız resmen
kendi ağzıyla sevişelim demiş, yazık. Bu muhabbetten sonra ortam baya boka
sarmaya başladı benim açımdan. Ne düzgün bir muhabbet vardı ortada ne de
tanıdığım biri. Evde sıkılmak burada sıkılmaktan daha iyidir dedim kendi
içimdekine. Ne güzel onaylıyormuşum kendimi, o an fark ettim bunu. Ben
kalkıyorum diyerek sıçradım ayağa.
‘’Nereye gidiyorsun?’’ dedi Yankı.
‘’Eve.’’ dedim.
‘’Neden?’’ dedi.
‘’Ev…’’ dedim, ‘’iyidir dostum.’’
Selamımı çakıp yoluma devam ettim. Sokaktaki tekelden
uyumadan önceki son biramı alıp borca yazdırdıktan sonra eve geçtim. Bir damla
bile uyku yoktu gözlerimde. Birayı içtikten sonra da olmayacağının
farkındaydım. Biramla birlikte birkaç
şarkı dinlerken, ilaç dolabındaki Atarax geldi aklıma. İyi uyutuyormuş adamı.
Şıp diye düşüyormuşsun yatağa. Birayı bitirip dolaba gittim. Prospektüsünde
alkol ile alınmaz yazıyor diye hatırlıyorum ama kimin umurundaydı ki. Zaten bulamadım
dolapta, onun yerine Xanax adında başka bir ilaç buldum. Bu ondan daha
etkiliymiş diye duymuştum. Bir bardak su ile birlikte aldım ilacı da, geçtim
odama. Attığım andan itibaren beynimin uyuştuğunu hissedebiliyordum sanki. Bir
sigara yaktım ve ne olacağını beklemeye karar verdim. Sadece koltuğa oturup
arkama yaslandım ve bekledim. Uyuştuğumu hissediyordum sadece ama uyumamaya
niyetliydim. Neler olacağını merak ediyordum açıkçası. Müzik eşliğinde
bekliyordum sadece. Ne kadar sürede etki ediyor acaba diye düşündüm. Sigaram
bitmişti ve resmen hissediyordum artık… hem kafamda hem çevremde. Odamdaki masa
lambasının yanıp söndüğünü gördüm ilk başta, ardından pencerenin yanından giren
günün ilk ışıklarını fark ettim. Resmen hareket edemiyordum; susuzluğumun
bastırmasına rağmen ne bardağa ulaşabilmiş ne de gidip içine mutfaktan su
doldurabilmiştim. Odadaki sarı ışık kızarmaya başlıyordu. Düşünmeyi denesem de
sanki içimdeki başka bir dürtü düşünmeme engel oluyordu. İyi ya da kötü hiçbir
şey düşünmüyordum, yalnızca tek istediğim tüm hayatım boyunca bu halde kalma
isteğiydi. Sanırım aradan birkaç dakika geçince, ya da belki de çok fazla
dakika geçmişti bilmiyorum, hiçbir şey hissetmemeye başlamıştım. Kalkıp mutfağa
kadar gidip suyumu bile alabilmiştim, çünkü yorulduğumu da hissetmiyordum. Yorgunluğumu
hissetmiyordum ama oraya gidip gelmem uzun bir zaman almış gibi hissetmekten de
vazgeçemiyordum. Çünkü oradayken iki bardak su bitirmiştim. Tabi ki benden
sonra gelen Osman’ı da salonda görmüştüm. Benden on kat daha fazla alkol
almıştı o gün eminim ama benden daha hızlı olduğuna yemin de edebilirim.
Penceremden gelen kuş cıvıltılarını, çalan müzikle birlikte aynı anda ayrı ayrı
zevk alarak dinleyebiliyordum. Damarlarımın genişlediğini hissedebiliyordum ama
algımın açıldığını mı kapandığını mı soracak olursanız bu konuda net bir kanıya
varmış değildim ki iki sigara kapıp Osman’ın yanına gidene kadar. Algım feci
derecede açıktı, bilincimin uyanık ama vücudumun kötü durumda olduğunu o an
anlamıştım. Duvardaki parazitleri net olarak görebiliyordum ama ne kadar
yakında ya da uzakta olduklarını seçemiyordum sadece. Ölüm noktasına gidişteki
yolculuğun başında gibiydim. Gözlerim yarım açık bir şekilde etrafı izlerkenki
hareketlerimin yavaşlığının farkındaydım ama hızlandıramıyordum. Dokunduğum her
şey o kadar gerçekçi geliyordu ama normal zamandaki gerçeklikten on kat daha
farklıydı. Bira yudumlamayı bırakmış bardaktaki suyumu yudumlarken fark
edemediğim şey; biradan suya nasıl geçmiş olduğumdu. Kafamdaki milyonlarca
düşünceden sadece binlercesi kalmıştı sanki. Güzel bir şeydi bu ama hala gram
uyumak istemiyordum. Görmek istediğim şeyler vardı. Kimilerinin yalan dediği
gerçekliği bu dünyadaki gerçekliğe taşımak niyetindeydim. Gözlerimi zar zor açık
tutmaya çalışıyordum çünkü uyumak istemiyordum. Deneyim yaşamak niyetiydi
bendeki. Birkaç gün önce kestiğim parmağımdaki yara kabuğunu yolmaya başladım
tırnaklarımla. Bunu yaparken gözlerim hala yarı kapalıydı. Elim kanamaya
başlamıştı ama tek bir acı bile hissetmiyordum. Ekstazi aldığım gecelerin
sonunda uyumak için atardım Xanax’ı çünkü ekstazinin son anlarında uyumak
ölümden beter bir ölümsüzlüğü andırırdı. Odamdaki çorap kokusuyla birlikte
küllükteki kül ve sönmüş izmarit kokusunu hatta iki gün önce yıkamış olduğum
saçımdaki şampuan kokusunu bile alabiliyordum ve saçlarıma dokunduğumda sanki
ilk defa dokunuyormuşum gibi hissediyordum. Kalbime dokunduğum zaman, sanki ölü
bir adamın vücudundan nabız almaya çalışıyormuş gibi hissediyordum… ama
yaşıyordum işte. Ölüm noktasına gidişin başını aşmış da ölmüş gibiydim. Artık
koltukta etki göstermesini beklemekten vazgeçtiğim ana gelmiştim. Yatağa
atacaktım kendimi ve orada uykuya dalmamaya çalışacaktım. Çünkü uyku getiren
ilaçlar aldığında uykuya engel olursan, çok ilginç şeyler olduğunu okumuştum
bir yerde. Deneyimlemek istediğim buydu açıkçası. İçebildiğim son bardak suyumu
da içtikten sonra attım kendimi yatağa. Yatağa geçmeden önce gömleğim ve pantolonumla
yaptığım mücadelenin bir yıldan fazla sürdüğüne yemin edebilirim ama sadece bir
dakika geçtiğini saate bakınca anladım. Yatağa geçtiğimde artık gözlerim sadece
yüzde yirmi beşini kullanabiliyordu. Sabah kalktığımda nasıl olacağımı
düşündüm. Keşke hep böyle kalsam… dertsiz ve tasasız. Lambayı kapadım, gün artık
odayı ışıtacak kadar aydınlıktı. Bir sigara daha dedim… ve yaktım. Son
sigaramdı o gecelik ya da sabahlık. Çünkü dumanı bile hissetmiyordum artık.
Üstelik geçen süre henüz sadece on beş dakikaymış. Tekrar kalbime dokundum,
sanki yokmuş gibi davranıyordu bana. Bir bardak daha su dedim ama kalkamadım.
Etrafa baktım, her şey aynıymış gibiydi ama hiçbir şey öyleymiş gibi
durmuyordu. Ardından gözümü kırptığımı hatırlıyorum sadece. Açtığımdaysa; ta ta,
saat öğleden sonra üç olmuştu. Yataktan çıkmak bile istemiyordum ama bir o
kadar da rahatlamış hissediyordum. Zorlayarak attım üstümdeki yorganı diğer
tarafa, kalkıp kahvemi yaptıktan sonra dünyanın aslında tamamen boş olduğunu
hissettim. Ben ise boşlukta uçuşan toz parçacığı… Bir kavanozun içine hapsolmuş
görünmez hava gazıydım sadece, işlevsiz, amacı olmayan ama mutlu bir haldi bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder