3 Eylül 2016 Cumartesi

Boşluğun Efendisi

Gün aşırı derece boş geçmişti. O kadar boştu ki günün neredeyse 9 saatini bilgisayar ekranına bakıp dizi izleyerek geçirmiştim. Dizinin final bölümünün son 5 dakikası kalmıştı ki kapı çaldı. Saat gece 2 civarıydı, gelen Osman’dı. Kapıyı açtığımda benden yaklaşık üç kat daha büyük vücuduyla içeri daldı. Tam o anda elinde anahtar olduğunu gördüm. Anahtarı ev arkadaşım paspasın altına koymuş ki Osman zili çalmadan içeri girebilsin.

‘’Hey,’’ dedim, ‘’madem anahtarın var neden zili çalıyorsun?’’

‘’Anahtarın paspasın altında olduğunu zili çaldıktan sonra öğrendim.’’ diyerek savunmaya geçti. 

Bir şey diyemedim tabi. Naim, ev arkadaşım, ona mesaj atmış anahtarın paspasın altında olduğunu ama o mesajı zili çaldıktan sonra okumuş. Her neyse, elinde bira bana bakarken, onunla dışarı çıkmamı önerdi. Zaten evde kafayı yemek üzereydim. Dışarıda birkaç bira içip kafa dağıtmak iyi gelir diye düşündüm. Sırayla tuvalete geçip işedikten sonra dışarı çıktık. Birilerini aradı telefondan, büyük parka çağırdı. Biz de oraya gidecektik sanırım. Zaten evden iki sokak ötedeydi. Gitmeden önce cebimdeki son kuruşlarla bira ve sigara almaya giderken iki arkadaşını daha gördük. ‘’Ne çok arkadaşı var!’’ diye geçirdim kafamdan. Selam bile vermeden markete geçtim. Çıktıktan sonrasında birlikte yürümeye başlamıştık bile, onlar da büyük parka gidiyormuş. Aman ne büyük tesadüf dedim kendime. Yürümeye başladıktan beş dakika sonra tanıştırmak için seslendi Osman,
‘’Bu arada bu arkadaşım Sercan.’’

‘’Oh selam,’’ dedim sanki daha 3 saniye önce görmüşüm gibi davranarak, ‘’memnun oldum.’’

İsimlerini hala hatırlamıyorum. Büyük parka geçtiğimizde çimlerin üstünde oturan kalabalık bir grubun yanına oturduk. Keşke evde kalsaydım diye düşündüm. Tek birini bile tanımıyordum. Ortada saçma sapan muhabbet döndürmeye çalışıp döndüremeyen bir grup sarhoş gençti bunlar. İçmeye bayılırım ama henüz o günkü ilk biramı içmeye başlarken böyle bir ortama katılmak çekilmez olurdu benim için. Neyse ki can dostum sokak köpeklerinden biri ordaydı, onu görünce direk yanına gittim. Çenesinin altındaki tüyleri okşamaya başladım. İlk başta benden korkmasına rağmen ona yumuşak davrandığımı görünce sevmişti beni. Siyahlı beyazlı yaklaşık bir yaşındaydı. Onu okşayışımdan o kadar hoşlanmıştı ki, elimi çektiğimde resmen beni sev diye yalvarıyordu bana. Biraz daha sevdikten sonra Osmanların yanına geçmek için kalktım yanından köpeğin. Gruptaki sarışın kendini beğenmiş kız herkesle konuşmaya çalışıyordu. Kafasının güzelliği davranışlarından o kadar net anlaşılırken, normalmiş gibi rol yapmayı iyi becerdiğini sanıyordu kendince. Herkese tek tek okuduğu bölümü sormaya başladı. Sıra bana gelmişti.

‘’Ya sen ne okuyorsun?’’ dedi.

‘’Okumuyorum.’’ dedim alaycı bir ses tonuyla.

‘’Güzel, bir meslek sahibi olacaksın en azından.’’ dedi.

Okuyordum aslında ama sadece o an tanımadığım bir insanla muhabbete girmek istemiyordum. Dışarı çıkmamım nedeni tanıdığım bir insanla konuşmak ve bir iki bira içmekti. Her neyse sarışını bu sorular kesmemişti anlaşılan. Nereli olduğumuzu sormaya başladı teker teker. Herkes cevapladı. Bana sordu, Antakyalı olduğumu söyledim. Sonrasında Osman ona nereli olduğunu sorunca, ‘’Sence nereliyim?’’ diye sormaya başladı bu kez herkese. Sarhoştu ve egosu normalinden on kat daha fazla işliyordu kafasında. Herkes bir tahminde bulundu. Soruları dönüp dolaşıp bana geliyordu. Bana sorduğunda, ‘’Bana ne senin nereli olduğundan.’’ dedim. Kabul ediyorum biraz kaba bir davranıştı ama tanımadığım biriyle konuşmak istemiyordu canım o gün. Bu muhabbetten beş dakika sonra topluca kalktılar zaten.

‘’Sadece eğleniyordum, niyetim sizi kızdırmak değildi,’’ dedi kalkarken suçlu bir duyguyla ama hala bir o kadar egoluydu, ‘’Karadenizli olduğumdan söylüyorum bunu, oralı insanları yanlış tanıyın istemem.’’ diye devam edince anlamıştım bunu.

Onlar gidince üç kişi kalmıştık, Osman ben ve Yankı. Yankı’yı tanıyordum, Osman’ın bölümünden bir üst sınıf öğrencisiydi. Elektronik mühendisliği okuyorlardı. Osman kadar iri olmasa da benim iki katım vardı yine de ya da ben aşırı derece ufaktım sanırım. Birer sigara yaktık, benim siyahlı köpek yine gelmişti yanıma. Biraz daha sevdikten sonra Yankı’ya yolladım biraz da o sevsin diye. O köpeği severken yolda Osman’ın tanıştırdığı iki kişi yanımıza gelip oturdular, onların ardından iki kişi daha geldi. Yabancılardan kurtulamayacağım sanırım bu gece diye düşündüm. Oturanlardan biri kızdı, sigarası olan var mı diye sorunca ona da bir sigara uzattım. Tütün harici normal sigara bulununca ortamda, sevindi biraz. Son paramla aldığımı söyleseydim geri çevirir miydi asla bilemeyecektim tabi ki.

Sigaramı söndürüp ikincisini yaktığımda, Yankı bir şeyler anlatıyordu. Onda da vardı biraz kendini övme çabası. Hiç sevmezdim bu durumdaki insanları. Neyse, madem buradayım, ortama katılayım bari diye düşünerek dinledim muhabbeti.

‘’Geçen bir kız en son ne zaman seviştin diye sordu bana,’’ dedi Yankı, ‘’hatırlamıyorum dedim.’’

‘’İlerleyen yarım saat içinde deseydin turnayı gözünden vurmuştun.’’ dedim.

‘’Hahaha,’’ dedi Yankı, ‘’sonra ben de ona sordum o da hatırlamıyormuş.’’

‘’Seviştiniz mi sadede gel bence.’’ dedim.

‘’Hayır,’’ dedi, ‘’başka bir yere bakıyordum ki kız kaybolmuş.’’

Çantada kekliği kaçırmıştı resmen. Üzüldüm adına. Kız resmen kendi ağzıyla sevişelim demiş, yazık. Bu muhabbetten sonra ortam baya boka sarmaya başladı benim açımdan. Ne düzgün bir muhabbet vardı ortada ne de tanıdığım biri. Evde sıkılmak burada sıkılmaktan daha iyidir dedim kendi içimdekine. Ne güzel onaylıyormuşum kendimi, o an fark ettim bunu. Ben kalkıyorum diyerek sıçradım ayağa.

‘’Nereye gidiyorsun?’’ dedi Yankı.

‘’Eve.’’ dedim.

‘’Neden?’’ dedi.

‘’Ev…’’ dedim, ‘’iyidir dostum.’’


Selamımı çakıp yoluma devam ettim. Sokaktaki tekelden uyumadan önceki son biramı alıp borca yazdırdıktan sonra eve geçtim. Bir damla bile uyku yoktu gözlerimde. Birayı içtikten sonra da olmayacağının farkındaydım.  Biramla birlikte birkaç şarkı dinlerken, ilaç dolabındaki Atarax geldi aklıma. İyi uyutuyormuş adamı. Şıp diye düşüyormuşsun yatağa. Birayı bitirip dolaba gittim. Prospektüsünde alkol ile alınmaz yazıyor diye hatırlıyorum ama kimin umurundaydı ki. Zaten bulamadım dolapta, onun yerine Xanax adında başka bir ilaç buldum. Bu ondan daha etkiliymiş diye duymuştum. Bir bardak su ile birlikte aldım ilacı da, geçtim odama. Attığım andan itibaren beynimin uyuştuğunu hissedebiliyordum sanki. Bir sigara yaktım ve ne olacağını beklemeye karar verdim. Sadece koltuğa oturup arkama yaslandım ve bekledim. Uyuştuğumu hissediyordum sadece ama uyumamaya niyetliydim. Neler olacağını merak ediyordum açıkçası. Müzik eşliğinde bekliyordum sadece. Ne kadar sürede etki ediyor acaba diye düşündüm. Sigaram bitmişti ve resmen hissediyordum artık… hem kafamda hem çevremde. Odamdaki masa lambasının yanıp söndüğünü gördüm ilk başta, ardından pencerenin yanından giren günün ilk ışıklarını fark ettim. Resmen hareket edemiyordum; susuzluğumun bastırmasına rağmen ne bardağa ulaşabilmiş ne de gidip içine mutfaktan su doldurabilmiştim. Odadaki sarı ışık kızarmaya başlıyordu. Düşünmeyi denesem de sanki içimdeki başka bir dürtü düşünmeme engel oluyordu. İyi ya da kötü hiçbir şey düşünmüyordum, yalnızca tek istediğim tüm hayatım boyunca bu halde kalma isteğiydi. Sanırım aradan birkaç dakika geçince, ya da belki de çok fazla dakika geçmişti bilmiyorum, hiçbir şey hissetmemeye başlamıştım. Kalkıp mutfağa kadar gidip suyumu bile alabilmiştim, çünkü yorulduğumu da hissetmiyordum. Yorgunluğumu hissetmiyordum ama oraya gidip gelmem uzun bir zaman almış gibi hissetmekten de vazgeçemiyordum. Çünkü oradayken iki bardak su bitirmiştim. Tabi ki benden sonra gelen Osman’ı da salonda görmüştüm. Benden on kat daha fazla alkol almıştı o gün eminim ama benden daha hızlı olduğuna yemin de edebilirim. Penceremden gelen kuş cıvıltılarını, çalan müzikle birlikte aynı anda ayrı ayrı zevk alarak dinleyebiliyordum. Damarlarımın genişlediğini hissedebiliyordum ama algımın açıldığını mı kapandığını mı soracak olursanız bu konuda net bir kanıya varmış değildim ki iki sigara kapıp Osman’ın yanına gidene kadar. Algım feci derecede açıktı, bilincimin uyanık ama vücudumun kötü durumda olduğunu o an anlamıştım. Duvardaki parazitleri net olarak görebiliyordum ama ne kadar yakında ya da uzakta olduklarını seçemiyordum sadece. Ölüm noktasına gidişteki yolculuğun başında gibiydim. Gözlerim yarım açık bir şekilde etrafı izlerkenki hareketlerimin yavaşlığının farkındaydım ama hızlandıramıyordum. Dokunduğum her şey o kadar gerçekçi geliyordu ama normal zamandaki gerçeklikten on kat daha farklıydı. Bira yudumlamayı bırakmış bardaktaki suyumu yudumlarken fark edemediğim şey; biradan suya nasıl geçmiş olduğumdu. Kafamdaki milyonlarca düşünceden sadece binlercesi kalmıştı sanki. Güzel bir şeydi bu ama hala gram uyumak istemiyordum. Görmek istediğim şeyler vardı. Kimilerinin yalan dediği gerçekliği bu dünyadaki gerçekliğe taşımak niyetindeydim. Gözlerimi zar zor açık tutmaya çalışıyordum çünkü uyumak istemiyordum. Deneyim yaşamak niyetiydi bendeki. Birkaç gün önce kestiğim parmağımdaki yara kabuğunu yolmaya başladım tırnaklarımla. Bunu yaparken gözlerim hala yarı kapalıydı. Elim kanamaya başlamıştı ama tek bir acı bile hissetmiyordum. Ekstazi aldığım gecelerin sonunda uyumak için atardım Xanax’ı çünkü ekstazinin son anlarında uyumak ölümden beter bir ölümsüzlüğü andırırdı. Odamdaki çorap kokusuyla birlikte küllükteki kül ve sönmüş izmarit kokusunu hatta iki gün önce yıkamış olduğum saçımdaki şampuan kokusunu bile alabiliyordum ve saçlarıma dokunduğumda sanki ilk defa dokunuyormuşum gibi hissediyordum. Kalbime dokunduğum zaman, sanki ölü bir adamın vücudundan nabız almaya çalışıyormuş gibi hissediyordum… ama yaşıyordum işte. Ölüm noktasına gidişin başını aşmış da ölmüş gibiydim. Artık koltukta etki göstermesini beklemekten vazgeçtiğim ana gelmiştim. Yatağa atacaktım kendimi ve orada uykuya dalmamaya çalışacaktım. Çünkü uyku getiren ilaçlar aldığında uykuya engel olursan, çok ilginç şeyler olduğunu okumuştum bir yerde. Deneyimlemek istediğim buydu açıkçası. İçebildiğim son bardak suyumu da içtikten sonra attım kendimi yatağa. Yatağa geçmeden önce gömleğim ve pantolonumla yaptığım mücadelenin bir yıldan fazla sürdüğüne yemin edebilirim ama sadece bir dakika geçtiğini saate bakınca anladım. Yatağa geçtiğimde artık gözlerim sadece yüzde yirmi beşini kullanabiliyordu. Sabah kalktığımda nasıl olacağımı düşündüm. Keşke hep böyle kalsam… dertsiz ve tasasız. Lambayı kapadım, gün artık odayı ışıtacak kadar aydınlıktı. Bir sigara daha dedim… ve yaktım. Son sigaramdı o gecelik ya da sabahlık. Çünkü dumanı bile hissetmiyordum artık. Üstelik geçen süre henüz sadece on beş dakikaymış. Tekrar kalbime dokundum, sanki yokmuş gibi davranıyordu bana. Bir bardak daha su dedim ama kalkamadım. Etrafa baktım, her şey aynıymış gibiydi ama hiçbir şey öyleymiş gibi durmuyordu. Ardından gözümü kırptığımı hatırlıyorum sadece. Açtığımdaysa; ta ta, saat öğleden sonra üç olmuştu. Yataktan çıkmak bile istemiyordum ama bir o kadar da rahatlamış hissediyordum. Zorlayarak attım üstümdeki yorganı diğer tarafa, kalkıp kahvemi yaptıktan sonra dünyanın aslında tamamen boş olduğunu hissettim. Ben ise boşlukta uçuşan toz parçacığı… Bir kavanozun içine hapsolmuş görünmez hava gazıydım sadece, işlevsiz, amacı olmayan ama mutlu bir haldi bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder