Ellerinin arasındaki yavru bir kedi gibiydi oysa ki, ne
nankörlüğü öğrenebilmiş ne hayata bir yerinden tutunabilmeyi. Asaletini kazanamadan
yitirmiş bir kedi. Sevdiğin her kedinin bir asaleti olurdu gerçi. İster bir
sokak kedisi olsun, ister bir ayağı olmayan bir sokak kedisi, ev kedisi ya da
bir ayağı olmayan bir ev kedisi. Düşüncesi, ‘’Beni kim daha güzel seviyorsa ona
okşatayım kendimi.’’ olan bir varlığın hastalıklı asaletiydi bu. Tüylerinin kıvrımlarına
senin dokunduğunu sanırsın ama bir anlık elini ve ilgini kendinle ilgili olan
bir şeye yönelttiğin anda, başka birinin elinin altında görürsün o hastalıklı
asaleti. Güvenemeyeceğin bir varlıktır o senin için artık. Bunu anladıktan
sonra düşünmeye başlarsın elini çekmemen gerektiğini. Otlağa yalnız
gönderemeyeceğin koyun gibiydi o, bir çoban misali kavalınla eşlik etmen
gerekirken kurtların arasına gönderdiğin bir koyun. Sen onu bir kurt gördüğünde
ne yapılacağını bilen bir koyun sanırken, kendini kurt mahzeninin yolunu bile
bile izlerken bulan bir koyun. Onun kurtlar sofrasına düştüğünü öğrendiğin anda
aralanmaya başlar gözündeki sis perdesi. Artık görüşlerindeki ne o yavru kedi kalmıştır
o andan sonra ne de kendini dönüştürdüğü o koyun. Güvensizliğinin
cehaletindeki yok oluşun, tiksintinin verdiği isteksizlik ve hayatının üzerine
kurduğun hegemonyanın çöküşü serilir ayaklarının altına sadece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder