27 Nisan 2016 Çarşamba

Minik Yavru Kedicik

Ellerinin arasındaki yavru bir kedi gibiydi oysa ki, ne nankörlüğü öğrenebilmiş ne hayata bir yerinden tutunabilmeyi. Asaletini kazanamadan yitirmiş bir kedi. Sevdiğin her kedinin bir asaleti olurdu gerçi. İster bir sokak kedisi olsun, ister bir ayağı olmayan bir sokak kedisi, ev kedisi ya da bir ayağı olmayan bir ev kedisi. Düşüncesi, ‘’Beni kim daha güzel seviyorsa ona okşatayım kendimi.’’ olan bir varlığın hastalıklı asaletiydi bu. Tüylerinin kıvrımlarına senin dokunduğunu sanırsın ama bir anlık elini ve ilgini kendinle ilgili olan bir şeye yönelttiğin anda, başka birinin elinin altında görürsün o hastalıklı asaleti. Güvenemeyeceğin bir varlıktır o senin için artık. Bunu anladıktan sonra düşünmeye başlarsın elini çekmemen gerektiğini. Otlağa yalnız gönderemeyeceğin koyun gibiydi o, bir çoban misali kavalınla eşlik etmen gerekirken kurtların arasına gönderdiğin bir koyun. Sen onu bir kurt gördüğünde ne yapılacağını bilen bir koyun sanırken, kendini kurt mahzeninin yolunu bile bile izlerken bulan bir koyun. Onun kurtlar sofrasına düştüğünü öğrendiğin anda aralanmaya başlar gözündeki sis perdesi. Artık görüşlerindeki ne o yavru kedi kalmıştır o andan sonra ne de kendini dönüştürdüğü o koyun. Güvensizliğinin cehaletindeki yok oluşun, tiksintinin verdiği isteksizlik ve hayatının üzerine kurduğun hegemonyanın çöküşü serilir ayaklarının altına sadece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder