Gerekçeleri yoktu aslında. Suçlamamaları lazımdı insanların
birbirini. Suçlamaları lazımsa bir kişiyi, bu kişi kendileri olmalıydı. Kalkıp
sormamalıydılar, bir şeyi yanlış yaptıkları için kendilerini ne kadar suçlu
hissettiklerini. Çünkü bu, yaptırdıkları için kendilerini suçlu hissetmeleri
gerektiği halde dışarıda aramalarıydı cenebelerinin günahlarını. Bunun farkında
olmalıydılar. Tek dertleri içip içip kafayı bulmak, olmadık insanlarla olmadık
işlere bulaşmak olduğundan sevdikleriyle vakit geçirmenin ne kadar önemli
olduğunu unutmamalıydılar. Tüm meseleleri buydu bence insanlara kendilerini
anlatamamalarının. Bir kere baksalardı kendi iç dünyalarına, bir kere
görebilselerdi içlerindeki o kara deliklerin kendilerini kendi içlerine çekme
çabasını. Üzülmek yetmiyordu onların adına. Yaşamak gerekiyordu bunları. Dibine
kadar yaşamıştım oysaki. Yaşadığım halde tekrar tekrar yaşama duygusuydu canımı
acıtan, belki de haz veren. Hayatın bu olduğunu anlamak yıllarımı almasıyla
birlikte, binlerce bu olayı yaşamamı da sağlamıştı. Tekrar eden duyguların
döngüsünde boğulmak beni hiçten hiçe yok eden şey, üstelik bunun farkında
olurken. Sadece içmek, içmek istiyordu canım. Kimse yanımda yokken içeceğim bir
şey olsun istemek… Duygularım insan olmaktan çıkmış bir hayvan içgüdüsüyle
hareket etmeye dönüşmüştü sadece. Kabul ediyordum gerçi bunu. İnsanın bir
hayvan olduğunu kabul etmeyenler artık günümüzde hayvan gözüyle görülen
insanlardı zaten. Kendim dışında düşünmemek istiyordum başka insanları.
Sıkılıyordum artık muhabbetlerinden hatta kaçmaya çalışıyordum ortamlarından. Çıkar.
Sadece çıkar ilişkisi şu anki insanların kafasındaki. Benim sana yararım yoksa
siktir etme düşüncesini esirgeyememeleriydi kafalarından… İşte bu insanların
sorunu. İşte senin, işte benim sorunum. Buna yönelttiler belki de bizi.
Yaşamamamız için seçilen, sadece parası olan insanların dünyasının kurulmasının
temel ilkesidir belki de bu. İstemiyorum desen de kabul ettirdikleri –tek
adalet – şeklidir bu onlara göre.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder