İlk başta kendimden başlamayı düşünüyordum da, sonra neden kendimi koşullandırıyorum ki diye düşündüm. Eğer bunu düşünmeseydim girişte saçmalık dolu şeyler olmayacaktı belki de. Hep böyle saçma düşünen bir kişiliğim vardır işte. Buna rağmen kendimden bahsetmiş oldum. Burada kendi düşündüğüm (ne kadar saçma ya da gerçek önemli değil) şeyleri yazacağım.
8 Ağustos 2016 Pazartesi
Kaybedenin Zaferi
Kazanılan tüm zaferlerim ateşle yakılıyordu sanki bir sahnede. Herkesin önünde ve hiç durmaksızın körükleniyordu. Ne serpecek bir damla su, ne de engelleyecek gücüm kuvvetim kalmamıştı, ama insanlar harikulade bir yok oluş seyrediyordu. Bu bile yeni bir zaferdi benim için. Kaybeden kazananın zaferiydi bu. Ateş sönmeye yeltendiği anda seyirciler tahta ve odun yağmuruna tutuyordu adeta sahneyi. Acıyı seyretmek hoşlarına gidiyordu besbelli. Acımasızdı her biri, hiç kimseye acımaları yoktu o anda –kendilerine bile. Tek istedikleri karşılarında cayır cayır yanan o saf acıyı görebilmekti. Acımasızlıklarının acısında boğulan her yaratık oradaydı. Çoğunluk insan, hatta hepsi insan... Sustum... alevim küllere dönene ve küllerimse toz olup uçana kadar. Uçan küllerin üzerine yavaştan hızlanarak düşen ufak damlalar hissettim önce, ardından gökleri delercesine yağmaya başladı: Yağmur. Toprağa çarpan her tanesinin sesini işitiyordum. Yağmur bile benden yana değildi o sırada, çok geç kalmıştı zaferimi yaşatmak için. Çünkü yanan her bir zaferim kül olmuş, şimdi de onun ıslaklığıyla yok oluyordu. Küllerim toprakla karışmaya başladı en sonunda... ama biliyordum her yağmur yağdığında bulutların gücünün biraz daha ve biraz daha azaldığını. Ve sonunda gücünün sınırına dayanan o bulutların ardından doğacak –her zaman varlığının orada olduğunu bildiğim; Güneşi bekliyordum. Her sağanağın ardından doğacak o güneşi... Doğup beni yeniden kasıp kavuracak, küllerimden beni yeniden doğuracak o güneşin doğmasını bekliyordum...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder