Ellerinin arasındaki yavru bir kedi gibiydi oysa ki, ne
nankörlüğü öğrenebilmiş ne hayata bir yerinden tutunabilmeyi. Asaletini kazanamadan
yitirmiş bir kedi. Sevdiğin her kedinin bir asaleti olurdu gerçi. İster bir
sokak kedisi olsun, ister bir ayağı olmayan bir sokak kedisi, ev kedisi ya da
bir ayağı olmayan bir ev kedisi. Düşüncesi, ‘’Beni kim daha güzel seviyorsa ona
okşatayım kendimi.’’ olan bir varlığın hastalıklı asaletiydi bu. Tüylerinin kıvrımlarına
senin dokunduğunu sanırsın ama bir anlık elini ve ilgini kendinle ilgili olan
bir şeye yönelttiğin anda, başka birinin elinin altında görürsün o hastalıklı
asaleti. Güvenemeyeceğin bir varlıktır o senin için artık. Bunu anladıktan
sonra düşünmeye başlarsın elini çekmemen gerektiğini. Otlağa yalnız
gönderemeyeceğin koyun gibiydi o, bir çoban misali kavalınla eşlik etmen
gerekirken kurtların arasına gönderdiğin bir koyun. Sen onu bir kurt gördüğünde
ne yapılacağını bilen bir koyun sanırken, kendini kurt mahzeninin yolunu bile
bile izlerken bulan bir koyun. Onun kurtlar sofrasına düştüğünü öğrendiğin anda
aralanmaya başlar gözündeki sis perdesi. Artık görüşlerindeki ne o yavru kedi kalmıştır
o andan sonra ne de kendini dönüştürdüğü o koyun. Güvensizliğinin
cehaletindeki yok oluşun, tiksintinin verdiği isteksizlik ve hayatının üzerine
kurduğun hegemonyanın çöküşü serilir ayaklarının altına sadece.
İlk başta kendimden başlamayı düşünüyordum da, sonra neden kendimi koşullandırıyorum ki diye düşündüm. Eğer bunu düşünmeseydim girişte saçmalık dolu şeyler olmayacaktı belki de. Hep böyle saçma düşünen bir kişiliğim vardır işte. Buna rağmen kendimden bahsetmiş oldum. Burada kendi düşündüğüm (ne kadar saçma ya da gerçek önemli değil) şeyleri yazacağım.
27 Nisan 2016 Çarşamba
20 Nisan 2016 Çarşamba
Beyin
Beynimi
çevreleyen, bir beyin daha vardı sanki. Sadece o konuşuyor, sadece o karar
veriyordu. İçtekinin gerçek beynim olma olasılığı kafamda olsa dahi, hiçbir
şeyi değiştiremezdim. Umursamazdı dışarıdaki onu, tüm kararları kendi verirdi.
Bir başka güç tarafından bastırılmış, yontulmuştu sanki kafam. Hayatta sürekli
seçimler yapmam lazımdı oysaki. Kaldıramıyordum bunu. Kendi isteklerimi
seçemeyeceksem, ne önemi vardı ki yaşamamın? Esir alınmış gibiydi hayatım,
tıpkı bir kukla gibi, oradan oraya gitmek zorundaydım. Oynuyorduk hayatı
sadece, geri dönüp izleyemeyeceğimiz kadar hızlı bir filmdi hayat.
19 Nisan 2016 Salı
Adalet
Gerekçeleri yoktu aslında. Suçlamamaları lazımdı insanların
birbirini. Suçlamaları lazımsa bir kişiyi, bu kişi kendileri olmalıydı. Kalkıp
sormamalıydılar, bir şeyi yanlış yaptıkları için kendilerini ne kadar suçlu
hissettiklerini. Çünkü bu, yaptırdıkları için kendilerini suçlu hissetmeleri
gerektiği halde dışarıda aramalarıydı cenebelerinin günahlarını. Bunun farkında
olmalıydılar. Tek dertleri içip içip kafayı bulmak, olmadık insanlarla olmadık
işlere bulaşmak olduğundan sevdikleriyle vakit geçirmenin ne kadar önemli
olduğunu unutmamalıydılar. Tüm meseleleri buydu bence insanlara kendilerini
anlatamamalarının. Bir kere baksalardı kendi iç dünyalarına, bir kere
görebilselerdi içlerindeki o kara deliklerin kendilerini kendi içlerine çekme
çabasını. Üzülmek yetmiyordu onların adına. Yaşamak gerekiyordu bunları. Dibine
kadar yaşamıştım oysaki. Yaşadığım halde tekrar tekrar yaşama duygusuydu canımı
acıtan, belki de haz veren. Hayatın bu olduğunu anlamak yıllarımı almasıyla
birlikte, binlerce bu olayı yaşamamı da sağlamıştı. Tekrar eden duyguların
döngüsünde boğulmak beni hiçten hiçe yok eden şey, üstelik bunun farkında
olurken. Sadece içmek, içmek istiyordu canım. Kimse yanımda yokken içeceğim bir
şey olsun istemek… Duygularım insan olmaktan çıkmış bir hayvan içgüdüsüyle
hareket etmeye dönüşmüştü sadece. Kabul ediyordum gerçi bunu. İnsanın bir
hayvan olduğunu kabul etmeyenler artık günümüzde hayvan gözüyle görülen
insanlardı zaten. Kendim dışında düşünmemek istiyordum başka insanları.
Sıkılıyordum artık muhabbetlerinden hatta kaçmaya çalışıyordum ortamlarından. Çıkar.
Sadece çıkar ilişkisi şu anki insanların kafasındaki. Benim sana yararım yoksa
siktir etme düşüncesini esirgeyememeleriydi kafalarından… İşte bu insanların
sorunu. İşte senin, işte benim sorunum. Buna yönelttiler belki de bizi.
Yaşamamamız için seçilen, sadece parası olan insanların dünyasının kurulmasının
temel ilkesidir belki de bu. İstemiyorum desen de kabul ettirdikleri –tek
adalet – şeklidir bu onlara göre.
Yok-oluş
Yazmak dışında hiçbir şey yoktu yanımda. Cansızdım. Yazmak
bile istemiyordum. Çıkardım bir tek sigaramdan, koydum ağzıma. Kibriti
ateşlerken öyle bir baktı ki suratıma, cehennem ateşinin ıstırabı yanında
palyaço kalır. Çektim bir fırt, düşüncelerimi durdurmaya çalıştım. Hayatla
ilgili olanları. Ardından bakınca tek bir düşünce bile kalmamıştı. Tüm
düşüncelerim hayatla ilgiliydi, hayat savaşıyla. Herkesin ki böyledir diye
düşündüm. Dönüp kendime bakacak mecalim yoktu, kendim dışındakileri
düşünmekten. Sanki onlar için yaşıyordum. Başkalarının dert çobanıydım sadece.
Şarabımdan bir yudum aldım, sövmeye başladım, kendim dahil her şeye. Kendimin
tanrısıydım o an. Boştum o zaman ben. Kendime bile çıkarım yoktu. Söndürdüm
sigaramı şarabımın sulu ateşinde, bırak kendini yaşam okyanusuna dedim. Nedir
senin derdin? Yok etmek istiyordum yaşamımı ama bununla kalmak değil de
kendimle birlikte götürecek canlar arayışı içindeydim kendimce. İnsanların otuz
yaşında başladığı gerilemeye ben yirmi yaşında başlamıştım. Dişlerimde
sayılamayacak kadar çürükler, vücudumda kaldıramayacak kadar ağrılarım vardı.
Doktora gitmek istemiyordum. Nasıl geldiysem öyle gideyim mantığında boğulan bir
insandım. Gözlerimdeki alevlerin sigaramı yeniden ateşlediğini görünce
ayaklandım uzandığım yataktan. Paketimden bir sigara daha çıkarıp yanan
izmaritimle ateşledim sigaramı. Her kim anlatıyorsa anlatsın, yok oluşu
anlatıyordur diye düşündüm içimden. Var oluşu anlatamazdı çünkü yok olan bir varlık…
Ucube Varlıklar!
Sevgili mi? Gereksiz
maddelerin oluşumunun karekökünden başka bir şey değil. Belki de bölü ikisidir
de neyse. Dost mu? Gereksiz maddelerin oluşumunun kareköküne değişebileceğin,
tek elementli bir maddedir. Sigara mı? Zifir, karbondioksit, nikotin ve benzer
maddelerden oluşup ateş ile yanmasını sağladığınız, fakat siz istemedikçe sizi
bırakmayan tek maddedir. Peki, sorarım size, hangisine daha çok bağımlısınız?
Bir dostumun ya da sevgilimin tek sözüne bakarak bırakacağım şu lanet sigaraya
mı, yoksa diğer ikisine mi? Ben sigaraya bağımlı değilim, beni sigaraya bağımlı
edenlere bağımlıyım aslında. Bir suç ortağı bulmuşuz milletçe, günah keçisi
ilan etmişiz onu ama aslında günahın tillahını yapan varlıkların varlığını
unutmuşuz. Alkol almak mı zararlıymış? Bok zararlı. Asıl bizi alkole muhtaç
bırakan düşünce yoksunu, varlıklarını evren bile kaldıramamış olan varlık
dediğimiz ucubeler zararlıdır bence. Hangi insan kalkıp da ‘Oha bana zarar
veren bir şey var ama ben bunu bedenimin içine sokup kendime zarar vermeye
devam edeceğim.’ demiştir dış etkenler olmadan? Var mıdır ki kendi bedenimizden,
kendi vücudumuzdan daha değerli olan bir şey? İçgüdülerim bunun olmadığını
söylese de duygularım bunun tam tersini söylemeye devam ediyor ki edecek de.
Tek bir kelimesini bizden eksik eden dostlar, ufacık bir sevgi cümlesini bizden
esirgeyen, yalnızlık tutsağına kapılmak istemeyen varlıklar… Sorarım size
bunlar mıdır bizim hayatımızı cennete çeviren, yoksa cehennemin en alt katını
gün geçtikçe bize daha çok yaşatanlar? Ne söylesem kâfi… Yakalım bir sigara da
sikilmekten sonra ki zevki yaşayalım bari!
Cennet Meyvesi
Fazla kalabalık olurdu hep etraf. Soyutlamayı bilirdim ama
ben kendimi. Varları yok ederdim kafamda. Tek sıkıntısı sesler olurdu, onları
yok etmek biraz uğraş gerektiriyor. Çığlıkların sessizliğini arar bulurdum
nitekim. İpleri koparmak mı dersiniz buna yoksa ipleri eline almak mı bilemem.
Benim için her ikisi de doğru olurdu o anda. Onları yok ettikçe kendimi de yok
ediyormuşum gibi hissederken, kendime en yakın olduğum anların da o anlar
olduğunun farkındalığında dolaşıp dururdum hep. Uykuda gibi ama değil, yanan ateşin o en
altındaki mavilik olurdum; her şeye en yakın ama her şeyden uzak. Düştüğümde
biri kucaklasın isterdim hep ama her zaman yerin en dibine çakılmaktan başka
bir olasılık bulamazdım. Tutunacak bir dal arayıp bulamamanın yorgunluğunun
hissi ya da bulduğum tüm dalları ateşimle küle çevirmenin verdiği bıkkınlık; yarın
olmayacak cennetin bugünkü meyvesine çevirdi beni.
13 Nisan 2016 Çarşamba
Sigara
Mecburiyetten bırakılmış sigaralar, böyle daha mutlu
olduğuna içten içe kendini inandırmacalar… Yokluktaydım, yokluğun
boşluğundaydım. Yalanlarda boğulmuş ve bu yalanlardan kurtulmak için daha çok
yalana batmış, hayatın yalanını yalanla yaşamaya başlamıştım. Yalan söylemek
zekâ işiydi gerçi, olmayan bir şeye inandırman, üstelik buna senin de inanman
gerekirdi. İnanmadığın bir yalanı sürdüremezdin. Bundan sonra yapılacakların ne
olacağını bilmediğim için, hiçbir şey yapmamaya başlamıştım. Artık yalanların
akışına bırakmıştım hayatımı. Zaten bir kere yalan söyledin mi, o yalanı
sürdürmek için bin beş yüz tane yalanın ardını arkasını kesemiyordun. Dünyanın
en güzel çiçeğine konmuş bir arı gibiydim ama çiçekten tek bir polen alacak
gücüm kalmamış gibiydi. Bunu başarsam bile bir yuvaya mensup değilmişim gibi
hissediyordum. Bir yuvam olduğunu varsaysam bile oraya gidecek mecal yoktu
bende. Ben yoktum sanki. Bir gün mutlu olacağım bir şey olsa ardından yirmi
tane olumsuz şey ortaya çıkıyordu. Bunlar gerçekten oluyor muydu yoksa sadece
benim kafamda ürettiklerim miydi çözemeyecek haldeydim. Olumsuzluklarımı kendim
yaratıp dururdum. Olumlu bir şeyin en olumsuz tarafını gün yüzüne çıkarmadan
rahat etmezdi içim. Nasıl bir paradoksa kapıldığımı çözemiyordum sadece. Benim
için engellenemez tek şeydi belki de bu. İnsan olarak sadece bir gün yaşasak
kelebekler gibi, gezinsek sadece oradan oraya… İntihar sağlardı belki bu
söylediğimi de, var mıydı ben de o cüret, o cesaret. İntihar cesaret gerektiren
aciz bir davranıştı benim için ama bir anda olmasa da, bir sigara yakardım
kısaltırdım ömrümü ya da içerdim bir duble kısaltırdım ömrümü, sarardım bir
cigara kısaltırdım ömrümü…
Gölge'den Kaçış
Işığın
karanlığında boğuluyordum. Her yeri aydınlatan ışık bir tek beni
aydınlatmıyordu sanki. Düşündükçe kararıyor, aydınlığı gördükçe çekiliyordum
karanlığa, karanlığıma. Her yeri görürken bir tek kendimi göremiyordum. Tüm
insanlığı aydınlığa ulaştıracak güce sahip gibiyken, bir tek bana yetmiyordu bu
güç. Karanlığımı yaratan engelleri yok etmeye çalışsam da her seferinde daha da
büyüyüp kafama düşüyordu, altında eziliyordum, sadece bir gölge oluyordum
artık. İşin başından beri bir gölge olduğumu kabul etmek istemiyordum açıkçası.
Başka bir hayatın figüranı olmayı kendime yediremiyordum belki de. Birileri
yaşasın diye yaşıyor olma hissi, başkaları yükselsin diye alçalma hissi…
Hayatın diğer isimlerinden biri, haksızlığı sunma biçimiydi sanırım.
Durdurulamaz olan bu hayatın sunumlarıyla boğulmuştum. İstemeden dünyaya gelmek
ve istemeden ölmek gibi, bu iki isteksizlik arasında süregelen binlerce
istemsizliklerden sadece bir tanesiydi bu söylediğim isim.
Kaçmak istiyordum
sadece. Kaçtığım şeyin ne olduğu önemli değildi bu noktada. Çünkü kaçılacak bir
şeyin var olduğunu düşünme hissi kaçırıyordu aslında beni. Gittiğim yerden
kaçmaya çalışıyordum. Olacağım şeyden kaçmaya çalışıyordum. Üstüne koştuğum
şeyden kaçıyordum açıkçası. Bir arının öleceğini bile bile, tehdit altında
hissettiği an karşısındakine zarar verme isteği gibiydi, ama bende olmayan tek
şey zarar verme hissiyatında olmayışımdı (Kendimden başkasına en azından).
Hayatın verdiği sorumluluğa doğru kaçıyordum. Ölüme doğru bir kaçıştı bendeki.
Somut bir ölüm olmasa da, kişiliğimin ölümüne doğru bir kaçış, bir direniş
göstergesi. Karanlığıma doğru kaçıyordum. Aydınlığını hiçbir zaman
yaşayamadığım karanlığıma. Başkasının gölgesinde yuvarlanıştı benim kaçışım. Ne
kadar kaçarsam kaçayım sonunun aydınlığa çıkamayacağı bir kaçış. Arkama
duvarlar çekiyordum en azından tuğlalardan, ki böylece arkamdan kimsenin bu
yola girmeyeceği hissi rahatlatsın diye içimi. Ördüğüm tuğlalar kadar duvarlar
yıkıyordum kaçarken, diğer koşanlarında bu karanlıktan çıkmak için binlerce
duvarı yıkacağının farkındalığıyla. Son duvarı yıkıp sonsuz karanlığın içinde
olduğumu anladığımda, ölmüş ve bir karanlığın daha içine girmiş olacağımın
farkına varamadan…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)